ŞEYTÂN, ARİFLERİN NURUNDAN KAÇAR-15 EKİM 2025-MEVLANA TAKVİMİ
Arifin istiâzesi (Şeytân’dan Allâh (c.c.)’a sığınmak), Allâh (c.c.)’dan başkasını görmektir. Çünkü Şeytân ariflerin nurundan kaçar. Hikâye olunur ki, Ebû Sâid el-Harraz (k.s.) Hazretleri, Şeytân’ı rüyâda gördü. Onu asâ ile dövmek istedi. Şeytân: “Ey Ebû Said! Ben asâ’dan korkmam. Çünkü sopa gibi maddi şeyler beni incitmezler. Ben ancak; arifin kalbinin semasına doğduğu zaman, marifet güneşinin şuâlarından, ilâhi nurundan korkarım” dedi.Bazıları, “Şeytân’dan istiâze, Allâh (c.c.)’dan başkasından korkmayı izhâr etmektir ki bu da kulluğu ihlâl eder” dediler. Bunlara cevâben deriz ki: “Düşmanı, düşman bilmek muhabbeti kuvvetlendirir, sevgiyi gerçekleştirir. Allâh (c.c.)’dan başkasından Allâh (c.c.)’a koşmak ve ona yönelmek, kulluğu tamamlar. Allâh (c.c.)’un emirlerine sarılmak, tâatı her şey üzerine takdim etmektir. Allâh (c.c.)’dan korkmayandan korkmak, Allâh (c.c.)’un büyüklüğü karşısında insanın çaresizliğini ortaya koymasıdır. “Ben Allâh (c.c.)’dan korkuyorum” demek, “Ben Allâh (c.c.)’un azâbından ve gadâbından korkuyorum” demektir. “Ben Allâh (c.c.)’dan korkandan korkarım” demek; “Ben Allâh (c.c.)’dan korkanların bedduâlarından korkuyorum” demektir. “Ben Allâh (c.c.)’dan korkmayandan korkarım” demek; “Ben Allâh (c.c.)’dan korkmayanların kötü işlerinden korkarım” demektir. Tefsir-i Kebir’de şöyle buyuruldu: “Ben Allâh (c.c.)’a sığınırım, kişinin tüm iyilikleri kazânıp bütün tehlikelerinden kurtulması için mahlûkattan halika ve nefsi için sonsuz ihtiyaçlardan kurtulup; kâmil manâda Hâkk (c.c.) zenginliğine dönmektir. “O halde hemen Allâh’a kaçın. Haberiniz olsun ki, ben size O’ndan açık bir uyarıcıyım” (Zâriyât s. 50) ayetinin sırrı budur. Ve yine burada Râbbu’l-âleminin huzuruna yaklaşmaya acziyetten başka vesile yoktur. Acizlik, makamların sonudur.” Hasan-ı Basrî (r.âleyh) Hazretleri şöyle buyurdu: “Kim huzuru kalble Şeytan’dan Allâh (c.c.)’a sığınırsa; Cenâb-ı Allâh, onunla Şeytan’ın arasına üç yüz perde gerer; perdenin arası yerle gök arası gibidir.”(İsmail Hâkkı Bursevi, Rûhu’l-Beyân Tefsiri, c.1, s.27)